Savaşın kıyısında bir öğretmen; Handan Yatgın
Yanında 5 yaşında kız çocuğu ile IŞİD katliamlarına rağmen Erbil'deki Türkmenlere eğitim götürmek için çölde bilgi vahası kuran Handan Yatgın, mantık sınırlarını zorlayan tercihini 'Okul işi, akıl işi değil' diyerek tanımlıyor. Bomba seslerini duyarak büyüyen kızı Alya'nın sorusu ise Yatgın'ın en zor sınavı oluyor: 'Anne, insanları başından vurunca çok canı acır mı?'
Erbil, çoğu insan için ana haber bültenlerinde birkaç cümleyle geçiştirilen savaş bölgesi iken, Handan Yatgın için IŞİD katliamlarına karşı çölde kurulmuş bilgi vahası demek. Handan Yatgın, 2010 yılında Prof. Dr. İhsan Doğramacının vasiyetini yerine getirmek için yola çıkan ve inşaat halindeki okul binasını Uluslararası Bakalorya (IB) sisteminde başarılı bir okula dönüştüren 5 Türk öğretmenden biri. Erbil’de ve Türkiye’de çalıştığı süreçte uyguladığı IB programındaki başarısı sayesinde Yatgın, dünya genelinde 700 öğretmenin katıldığı elemeleri geçip IB Afrika, Ortadoğu ve Avrupa ülkelerindeki denetim ve öğretmen eğitimleri sorumlusu olarak atandı. Öğretmenlik deneyiminde 28 yılı geride bırakan Yatgın ile savaşın kıyısında öğretmen ve anne olmanın kaygılarını, IB’nin kendisine yüklediği yeni sorumlulukları, eğitim sisteminde veli- öğretmen ilişkilerinin sıkıntılarını konuştuk.
Türkiye’de özel eğitim kurumlarında önemli pozisyonlarda yöneticilik yaptıktan sonra çölün ortasında bir okulu tercih etmenizin sebebi neydi?
Erbil’deki okul bir kurumdan öte, yerine getirilmesi gereken bir vasiyetti. İlk YÖK Başkanı ve de ülkemizde ilk vakıf üniversitesi olan Bilkent’i kuran Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın vasiyetiydi; köklerinin uzandığı Erbil’e eğitim dokunuşu yapmak istemişti. Bu beni heyecanlandırdı, projeyi benim için daha anlamlı kılan da buydu. Son on beş yılımda TED ve Bilkent gibi Ankara merkezli okullar ile çalıştım. İstanbul’dan Bursa’ya geldiğimde TED’de çalışıp 2 yıl kızımla orada yaşarken çok mutluyduk, güzel anılar biriktirdik, özgür bir çalışma alanım vardı. Ancak yurtdışında çalışmak hem kariyer hedeflerimden biriydi hem de erken yaşta yabancı dil eğitiminin başarısına inanan birisiyim. Çocuğumun gelişimi açısından böyle bir deneyiminin doğru adım olacağını düşündüm. Kariyerini düşünen bir çalışan ve evladı için en iyisini isteyen bir anne olarak eğitimci gözüyle de bakınca gelen teklifi kabul ettim, Erbil maceramız başladı. Geriye dönüp baktığımda her anı için ‘iyi ki’ diyorum.
Doğramacı için Erbil neden bu kadar önemliydi?
Rahmetli İhsan Doğramacı o yıl (2010 yılı) Şubat ayında vefat etmişti, bir vasiyetti bu okul. Doğramacı da eşi de oranın çocuklarındandı… Osmanlı döneminde dedeleri yönetimde yer almış nüfuslu ve hümanist insanlar. Erbil’de ciddi asimilasyon politikası uygulanıyor. Amerikan müdahaleleri öncesinde çok ciddi sayıda ve köklü bir Türkmen nüfusu yaşamış, halen de yaşamakta ama artık kendi içlerine kapanmışlar, sayıları azalmış. Doğramacı doğduğu topraklara vefa adına, Türk kimliği adına, savaş içindeki çocuklara insanlık adına, eğitimci sorumluluğu adına bu hayali kurmuştu. Doğramacı’nın vasiyeti ve oradaki Türkmenlerin içinde bulunduğu durum bir arada düşünülünce ben ve birlikte çalıştığım ekip arkadaşlarım çok heyecanlandık.
“OLAYLARA GLOBAL BAKMA GÜCÜ KAZANDIM”
Bazıları kader der bazıları evrene gönderilen mesaj… Erbil teklifini duymak size neler hissettirdi?
Ben Mimar Sinan Güzel Sanatlar fakülte eğitimimi tamamladıktan sonra 4 yıl İngiltere’de eğitim gördüm. Ülkeme dönüşümde ilk atama yerim olan Antalya’da 2 yıl köy okullarında doğunun doğusu denebilecek koşullarda hizmet yaptım ama Antalya’nın bir köyünde olduğu için insanların zihninde ‘deniz, kum, güneş, fikri oluşuyordu. Çalıştığım köye ancak katır sırtında patika yollardan ulaşılabiliyordu, yıkılmak üzere olan çok eski bakımsız bir okulumuz vardı. Fakat herkes zorunlu hizmetini çileli çileli anlatırken bana, ‘ne kadar ballısın’ diyorlardı. O zaman demiştim ki; “Keşke Çemişgezek’te çalışsaydım ve benzer koşullarda ama takdir görerek tamamlasaydım zorunlu hizmetimi…” Aradan yıllar geçti, Erbil karşıma çıktı. İşin esprisi bu tabii ama hem Avrupa hem Ortadoğu deneyimi bana olaylara daha global bakma gücü kazandırdı diye düşünüyorum. Uluslararası fikirli bir eğitimci olduğumu düşünüyorum.
Teklifi kabul edip gidince neler karşıladı sizi, nasıl zorluklar yaşadınız?
Herkeste olduğu gibi Erbil denilince, Ortadoğu denilince ürküyor tabii insan. Çok net bir tablo da yoktu bizim önümüzde, her şey açık değil. Yerine getirilmek istenen bir vasiyet var, okul inşaatı yapılıyor ama kimse gidip görmemişti henüz. Biz ilk ekip içerisinde sadece 5 Türk arkadaş gittik. Gittiğimizde tamamlanmamış bir inşaatımız vardı okul olarak, 70 derece sıcaklık ve o çölün ortasında bir eğitim vahası kurmaya çalıştık. Okulun çevresinde koyun keçi sürüleri otlatılıyordu, tabii ot bulabilirlerse… Torex denilen ve geçmişte çok tehlikeli olduğu bilinen bir bölgeye eğitim götürmek için oradaydık. Zaten bu işler de başka türlü yapılamaz; okul işi akıl işi değil. Kimse 5 yaşındaki kız çocuğunun elinden tutup bavulunu alıp çölün ortasında bir okul kurmaya gitmez kolay kolay…
İlk başlangıçta zorlandı tabii… Benim şöyle bir şansım var kızımın uyum yeteneği çok yüksek, dilsel ve işitsel bir çocuk, çok esnek bir yapısı var. Caz yapıyor, IB diploma programı olan bir liseyi bitirip yetenek sınavıyla yurtdışında dans müzik ve drama okumayı hedefliyor. Kız kardeşim Nazan, ulusal ve uluslararası ödülleri olan tiyatro sanatçısı; elbette ona da çok olumlu öykünüyor kızım. Amerikalı bir öğretmenimiz olmuştu anaokulunda, o bizim için teyze oldu ve kendisiyle halen görüşüyoruz, kampüs içinde sürekli onunlaydı, çok keyif alıyorlardı. Uyum süreci ve ilk beş yıl IŞİD olaylarına kadar neredeyse sorunsuz geçti. Ama ben Alya’dan dolayı kendimi çok sorguladım; acaba doğru mu yapıyorum diye.
TÜRKMENLERE KARŞI BÜYÜK ASİMİLASYON UYGULANIYOR
Gitmeden önce aklınızda canlanan Erbil’le orada bulduklarınız nasıldı?
Erbil’e dair bir fikrim vardı elbette; İhsan Doğramacı’nın kökleri orası, Misak-ı Milli sınırları içinde bir bölge ve Ortadoğu gerçeğini de tüm acılarıyla yaşayan bir yer. Bizimle bağlantılı olan Türkmen nüfusun yaşadığını biliyordum ama bu kadar yoğun olduklarını, ülkemize büyük sevgi beslediklerini bilmiyordum. Resmi dilinin Kürtçe olduğunu oraya gittiğimde gördüm. Bir de bizim buradan belki farkına varmadığımız, belki de ihmal ettiğimiz şiddetli bir asimilasyon politikası uygulanıyor. Türkmen- Kürt- Arap halkı ve diğer azınlıklar arasında çekişme yok ancak halklar üzerinde politik hesaplaşmalar ve kavgalar çok baskın, tepe noktalardan birileri insanları bilinçli olarak birbirine düşürmek istiyor. Tüm baskıya rağmen oradaki Türkmenler köklerine sıkı sıkıya tutunuyor ve ülkemize, bizlere derin sevgi duyuyor. Yaşadıkları baskıya, zulme rağmen bizden daha medeni, hoşgörülü ve kültür seviyelerinin yüksek olduğunu görmek de beni şaşırttı.
Bunu söylerken neleri kıyasladığınızı, nasıl örneklerle karşılaştığınızı bilmek isterim…
İnsanlar, eğitim düzeyleri, diploma dereceleri ne olursa olsun çok dilliler; taksiye bindiğinizde, bir esnafla konuştuğunuzda soruyor, “Sizinle hangi dilde konuşayım, Arapça, Türkçe, Farsça, Kürtçe, İngilizce…” İnsanlar çok dilli yaşıyorlar ve hiçbir dili diğerinden üstün tutmuyorlar. Ben milliyetçi bir insanım ama ülkemde dil öğrenimi konuşulması noktasında neden bu kadar kapalı olduğumuzu da sorguluyorum. Farklı dilleri neden konuşamıyor ve anlayamıyoruz? Dil önemli bir zenginliktir. Aynı toprakta yaşayan tüm millet, din, dil, ırkın eşit olduğuna inanıyorlar, kendini farklı olan diğerinden üstün görmüyor. Gelenekçi bir toplum ancak bunu geniş bir hoşgörü alanına yaymayı başarmışlar. Velilerimiz geliyorlar okula görüşmeye ve bizim Türk olduğumuzu bilenler bizimle Türkçe konuşuyor, İngilizce konuştuğumuzda Türkçe konuşmak için öneride bulunuyorlar.
Türkiye’ye karşı hissettikleri neler?
Türkiye’ye öykünüyorlar, sık sık ziyarete geliyorlar. Türk televizyonlarını izleyip Türk dizilerini takip ederek ülkemizdeki günlük hayat hakkında fikir ediniyorlar. Bizler çocuklarımız için Avrupa ülkelerinde yükseköğrenim hedefliyoruz, onlar da çocuklarının Türkiye’de üniversite okumasını istiyor.
ERBİL’DEKİ VELİLER ÖĞRETMENE KARŞI ÇOK SAYGILI
Oradaki veli- öğretmen ilişkisine dair gözlemleriniz nedir, farklılıklar var mı?
28 yıldır okullardayım, 2 yıl devlet okulunda zorunlu hizmetimi yaptım ve devamında hep özel okullarda çalıştım. Ülkemizde velilerimizin eğitime ve eğitimciye bakışı ve yaklaşımı genel olarak sıkıntılı. Eğitim camiası bu anlamda büyük sorun yaşıyor. Bazı meslekler var; herkes o mesleğin eğitimini alan ve yıllardır alanında uygulayıcı olarak çalışanından çok daha iyi bildiğine inanıyor, işte öğretmenlik de bunlardan biri. Dersin nasıl anlatılacağını, ödevde ya da sınavda öğrenciden ne istenmesi gerektiğini, çocuğun nasıl yetiştirilmesi gerektiğini herkes öğretmenden daha iyi bildiğini düşünüp ona baskı yapabiliyor. ‘Ben olsam’ diye başlayan cümleler kuruluyor, eleştiri, akıl verme, yol göstermeler devam ediyor. Eğer bir cerrahsanız, hasta yakını içeri girip ameliyathanede size neşter tutmayı tarif etmez değil mi? Okula hatta sınıfa gelen bir veli de derse, öğretmene müdahale edememelidir. Erbil’de velilerimizin eğitim seviyesi çok yüksek ama bir o kadar da öğretmen ve okula saygılı “size güveniyoruz” diyorlar. Bizde eskiden denilirdi ya; “Eti senin kemiği benim”, tam bu anlayış orada yaygın. Okul yöneticisine, öğretmene saygı çok yüksek, bu kadar uzun süre hizmet edebilmemin nedeni de budur. Mesleki doyumu çok üst düzeyde yaşayabiliyorum.
Veli öğretmen ilişkilerinde neden bu kadar sıkıntı yaşıyoruz?
Eğitim sistemimizle ilgili sıkıntıların bu noktaya getirdiğini düşünüyorum. Veliye bu hakkı müsaadeyi veren sistemdeki düzenlemeler. Öğretmen şikâyet hattı çok yersiz söylemlerle dolu, öğretmen tabii ki eleştirilir ama öğretmenin özeline girmeme saygısı artık kırıldı. Özel okullarda velinin parası ile güç oluşturduğu algısı ve hakkının yıkılması lazım. Okulun ücretini ödeyecek paraya sahip olmak, oradaki öğretmenin eğitim uzmanlığına, disiplinine karışma hakkını vermez. Okul aidatını ödüyor olmak, kimseyi eğitimde mastır doktora seviyesine getirmez ve her veli kendince bir şeylere müdahale ettiğinde öğretmeni herkes bir yöne çekiştiriyor durumu oluşuyor. Bu beni rahatsız ediyor. Öğretim programları ve eğitim sistemimizin değiştirilmesi, çeşitlendirilmesi, zenginleştirilmesi, uluslararası hale getirilmesi gerekiyor. Uluslararası programların sadece kolejlerde olmaması gerektiğini düşünüyorum. Milli eğitim çatısı altındaki okullarımızın da artık bir yerden başlayarak, İngiltere’de olduğu gibi uluslararası programlara geçiş yapması gerektiğine inanıyorum.
“KENDİMİ İYİ BİR VELİ OLARAK GÖRMÜYORUM”
Eğitimciyim ama bir anne olarak veliyim de, kaygılarım var. Eğitimcilerden iyi anne olur, iyi veli olur bakış açısında olmadım asla. Ben kendimi hiç çok iyi bir veli olarak görmedim. Her zaman çok endişeli bir veli oldum. En iyi bildiğim konularda bile kızım söz konusu olunca hep içim titredi, kendimi suçladım sorguladım, ben geri dönüşü olmayan bir hata yaparsam kızımı nasıl etkiler, onun eğitimine nasıl yansır diye hep kaygılar yaşadım ama artık o evreyi geçtim, rahatladım. Bunda da Erbil’den sonraki 2 yıl Türkiye aşamasının katkısı var, kızımın sınavlardaki başarısını görmek beni rahatlattı. Alya’nın hiçbir zaman sorunu olmadı meğer kaygılı, endişeli olan benmişim.
Okul duvarları içinde sizin tanımınızla eğitim vahası kurmuşsunuz, ya duvarların dışında nasıl bir hayat var?
Gök gürlediğinde bile sokağa çıkmaya korkulacak zamanlar yaşadık Erbil’de; okulumuzun bulunduğu Torex denilen bölge insanların başının kesilip atıldığı Musul yolu üzerinde bir mevkii. IŞİD müdahaleleri gittiğimizin 4. yılı 2014’ten itibaren çok baskındı. 10 km ötede Musul daha sonra Kerkük var; top sesleri, silah sesleri, havaalanından askeri uçaklar kalkıyor iniyor, duyuyoruz görüyoruz. Kurumumuzu ya da bizi direkt hedef alan bir saldırı yaşamadık ama her Cuma gidip kahvaltı ettiğimiz bir Türk pastanesi vardı, bombalandı. Çok sayıda insan katledildi. Kapımıza birilerinin geleceği korkusuyla yaşadığımız zamanlar çok oldu. Bir de yabancı coğrafyada olmak yaşananların etkisini daha kuvvetli hissetmenize yol açıyor. 2015’te Türkiye’ye geldim, tam da o sırada peş peşe saldırılar yaşanmaya başladı; “Erbil’de daha mı güvendeydiniz acaba?” diyen, hatta orada yaşayıp benim için endişelenen arkadaşlarım olmuştu. Ama insan kendi ülkesinde ne olursa olsun o kadar tedirgin olmuyor. Başka ülkedeysen eğer, olacakları kestiremiyorsun, sonrasını kestiremiyorsun.
Bu olaylar yaşanırken kızınız Alya da sizinle birlikteydi; nelere tanık oldu, nasıl etkilendi?
IŞİD’in tehditlerinin çok yükseldiği bir dönem yaşıyorduk. Ben de liderlik vasfı olan ve bunun yanında da insanları sarıp toparlamayı, kollamayı görev edinmiş biriyim. Etrafımda olup bitenlere kayıtsız kalamayan, duyarlı ve sorun çözücü bir yapım var. Türk ve yabancılar arasında da köprü oldum doğal bir görevlendirme ile yıllarca… Erbil’deki okul binası ve bizim konaklama alanlarımızın olduğu bölgede geçiyor günlerimiz. Hem yabancı hem Türk arkadaşlarım bir şey olduğunda hemen beni arar, kriz masası yönetimi kararları bana sorar, tahliye mi oluyoruz, acil eylem planına mı geçiyoruz, kara yolundan mı gideceğiz üzerine konuşuruz. Benim evimde toplanır kritik zamanlarda birlikte vakit geçiririz. Kızım Alya Erbil’e gittiğimizde 5 yaşındaydı, bunlara tanık oluyor ve tehlikeyi hissediyordu. Bir gün bana dedi ki; “Anne, insanlar başından vurulduğunda canları çok acıyor mu?” Bu soru benim kırılma noktam oldu. Erbil’deki misyonumu tamamladığımı düşünerek Türkiye’ye dönme kararı aldım.
Alya’dan gelen bu soruya rağmen sizin yolunuzu yeniden Erbil’e düşüren neydi peki?
Ben zaten Türkiye’de TED’e virgül koyduğumu düşünerek gitmiştim, Kocaeli’de açılacak olan TED okuluna kurucu müdür olarak yönlendirildim, güzel bir çalışma süreci oldu. Elimde bir bavulla gittiğimde sadece kaba inşaatı bitmiş bir okul binası varken bir buçuk yıl içerisinde uluslararası standartlarda eğitim veren bir kurum haline geldi. Çok güzel başarılı işler yaptık. Ama zaman içinde oluşan bazı idari çatışmalar ve Erbil’deki okulun beni geri çağırıyor olmasıyla dönmemizin daha doğru olduğunu anladım. Oradaki okulda Bilkent Üniversitesi aradan çekildi, okul İhsan Doğramacı Erbil Vakfına devroldu, vakfın başında Doğramacı’nın yeğeni Kuzey Irak Kürt Özerk Bölgesi Adalet Bakanı Sinan Çelebi var. Bu defa kendi adıma Uluslararası Bakalorya yani IB sistemini oturtacak bir süreç için oradayım. Bu yıl kızım Alya 8. sınıf öğrencisi, artık onun seçeceği yola göre yürüyeceğiz, çizeceği yola göre dünyanın farklı bir ülkesine daha cesaretle gideceğiz.
“GÜMRÜK POLİSİ BİLE ERBİL’DE NE YAPTIĞIMIZI BİLMİYOR”
Siz ve ekip arkadaşlarınızın Erbil’de ne yapmaya çalıştığınız Türkiye’de yerince biliniyor mu?
Erbil’e giderken gümrükte yaşadığım bir olay var; hava sahasının kapalı olduğu süreçte de oradaydık. Biz gittiğimizde Erbil’de Türk Başkonsolosluğu vardı ve Kürt bölgesi hükümetimiz tarafından resmen tanınmıştı ama halk bunu yeterince bilmiyordu. Orada bir uluslararası Türk koleji olduğu ve öğretmenlerin ne yapmaya çalıştığı da bilinmiyordu. Bizler göreve gittiğimiz ilk andan itibaren Bilkent Üniversitesi öğretim görevlisi kadrosunda SSK’lı, ataması yapılan resmî belgeli çalışanlardık. Tüm bu yasal düzenlemelere rağmen, ülkeme giriş çıkışlarda yanımda küçücük bir çocukla çok zorluklar yaşadım. Benden evvel turistler giriyor, benim pasaportumda Kürdistan yönetimi damgası görünce “Ne işin var senin burada?” diye sorguluyorlardı. Bir gün görevli polis memuru, “Ben belge uzmanıyım, bu ikamet ve çalışma belgesi sahte” dedi. Kendisine anlatmaya çalıştım; “Siz çok gençsiniz, benim oradaki görevimi bilmiyorsunuz. Biz insanlığa eğitim götürüyoruz. Ülkemizle Ortadoğu arasında önemli bir köprüyüz. Asimile edilmiş Türkmenlere tarihi ve kültürel bağlarımızı taşıyoruz. Barış elçisiyiz, eğitim gönüllüsüyüz. Bilkent Üniversitesi öğretim görevlisiyim.” Ne söylediysem ikna edemedim, bir yerlere telefon etti, amirlerinden geçirilmem gerektiğini duyunca aldı ve halen belki de terörist olduğumu düşünerek bana, “Barzani’ye selam söyle” dedi. Ben de kendisine, “Orada ülkemizin Başkonsolosluğu var, ben tüm işlerimi onlarla görüşüyorum, Barzani’yi ise hiç tanımam” yanıtını verip yürüdüm. Gümrükte görevli bir polis memurumuz dahi, Erbil’deki yapıdan ve ilişkilerden haberdar değil.
Biraz da yıllardır eğitimci olarak içinde bulunduğunuz IB yani Uluslararası Bakalorya sistemindeki yeni konumunuzdan, görevinizden bahsedelim…
IB sistemiyle Erbil öncesinde, özel okullara başladığım andan itibaren tanıştım, şimdi de IBEN organizasyonunda IB eğitimcisi, IB dünya okulları denetçisi (SVTM site visitor) ve öğretmen atölye eğitimci lideri (WSL Workshop leader) olarak iki yurtdışı eğitimi aldım. 1998 yılında sistem dünyada yeni oluşurken biz de kendi okulumuzda bir Türk bir yabancı öğretmenle aynı anda çift dilli ders vererek bunu denemiş ve çok başarılı olmuştuk. O dönemlerdeki öğrencilerimden yurt dışında okuyan ya da vakıf üniversitelerinde burslu okumuş öğrencilerim var. Sistemin uluslararası başarısı konusunda vicdanım çok rahat.
Sonra da IB dünya okulları öğretmen eğitimcisi workshop lideri ve dünya okulları denetçisi olarak sistemde görevliyim. IB, kendi bünyesinde öğretmen seçimlerinde çok titiz çalışıyor. 700 kişi 5 ayrı aşamadan geçirildik ve 2 Türk öğretmen kabul edildik. Dünya genelinde seçilen 25 kişiden biri olmak gurur verici. Letonya’da 14 gün denetçi grup üyesi ve denetçi grup lideri eğitimi aldım ve Amman’da uygulayıcı öğretmenler workshop liderliği eğitimi aldım. Bundan sonraki süreçte IB Afrika, Ortadoğu ve Avrupa, ülkelerindeki denetim ve öğretmen eğitimlerinden sorumluyum.
Haber Derin Maarif dergisinden alınmıştır